
İnsanlar doğaları gereği kötüdür.”
Netflix’in tüm dünyada yayınlama kararından sonra Türkiye’de ve bütün dünyada ilgi gören İspanya yapımı The Platform (El Hoyo)’yu inceleyeceğiz.
The Platform Filmi
2019 yılının son zamanlarında gerçekleşen Toronto Film Festivali’nde dünyadaki ilk sunumunu gerçekleştirdikten sonra Sitges, Torino gibi prestij sahibi festivallere konuk olan filmin üstünde Galder Gaztelu-Urrutia’nın imzası bulunuyor. The Platform adlı film, aynı zamanda yönetmeninin uzun metrajlı kategorisindeki ilk çalışmasıdır. Konsept filmler olarak bilinen kategoriye dahil edebileceğimiz türden olan The Platform, ilginç birkaç fikrin etrafında gelişen varyasyonlarla ilerliyor. Yüksek bir fikre bağlı olduğunu, karakter ve temaların gelişimden anlayabiliyoruz. Konsept filmler kategorisine giren en popüler filmler; Darren Aronofsky’nin Pi filmi veya Christopher Nolan’ın Inception’dır. The Platform’da tıpkı bu filmler gibi yapısının özel olduğunu iddia ederek, ortaya atılan bir konseptin üzerinde kuruluyor.
The Platform: Aşağıda Bulunanlar ve Yukarıda Bulunanlar
Filmin ismini aldığı Platform, dikey şekilde inşa edilen ve her katında iki mahkum kalacak şekilde ayarlanan bir hapishanenin ortasından geçen ve mahkumlara yemek servisi için kullanılan bölüme verilen addır. Sıfır noktasında yani en üst noktadayken, en lezzetli ve lüks yemeklerle doldurulan şölen masasını andırıyor.Bütün katlarda iki dakika duran platformdan mahkumlar bu süre içinde istediklerini tüketebiliyorlar. Fakat hapishanede yüzlerce kat bulunduğu için en aşağıda bulunan mahkumlara platformda yemek kalmıyor.
Buranın kuralı ise basit, en üst katta bulunan mahkumlar şölen masasından faydalanabiliyorken, aşağıdakiler şansları var ise üst kattan kalan artıkları yemek zorunda kalıyor. Hapishane yemeklerinin bütün katlara yetebileceğini hissettiren mesajlar veriliyor filmin içinde. Alt kattaki insanların yemek yiyememe sebebini mahkumların açgözlü olmasıyla açıklıyorlar. Yani üst katta bulunan mahkumlar, ihtiyaçları olan besinden daha fazla besin alıyorlar. 1 ay geçtikten sonra mahkumların yeri random bir şekilde değişiyor. Böylece farklı katlarda kalarak, empati kurmaları isteniyor olabilir.
Ana Karakterimiz: Goreng
Hapishaneye geliş sebebini tam anlayamadığımız Goreng’e, yanına istediği eşyayı alabileceğini söylüyorlar ve izin verilen eşya olarak seçtiği Don Kişot kitabıyla hapishanede uyanıyor ve film başlıyor. Sanırım kahramanımız kitap okuyacağı ve kafasını dinlemek için altı ayının olduğunu düşünüyor. İlerleyen zamanlarda bu şekilde düşünüp hapishaneye girenlerin çok olduğunu görüyoruz. Fakat kendinden çok yaşlı olan ve uzun süredir hapishanede olan hücre arkadaşı olan Trimagasi’den buranın aslında düşündüğü gibi bir yer olmadığını öğreniyor.
Filmin ilerleyen süreçlerinde yaşlı ve tatlı adam olarak görülen Trimagasi’nin duruma göre tavır değiştirdiğini ve aslında masum olmadığını anlıyoruz. Alt katlarda olan mahkumların yemek bulamadığı için birbirlerini yediklerini ve mahkumların bu durumdan dolayı sürekli mücadele ettiğini ve insanların delirmeye başladıklarına şahit oluyoruz. Bu pisliğin içinde bile insanların aç gözlülük, bencillik ve ırkçılık gibi insana özgü olan kavramlarının yok olmadığını anlıyoruz. Genellikle karanlık ve kasvetli konsepte çekilen The Platform, platformun işleyişin nasıl olduğunu sürekli bize hatırlatıyor. Hapishanenin asıl amacı ise; insanların bencilce düşünmeyi bırakarak aşağıda bulunan sayısız kat ile yemeği paylaşmak olduğunu görüyoruz. Mahkumlar üzerinden ”eğitici” bir deney fırsatı sunuyor fakat izlediğinizde anlayacağınız gibi insanlar ”iyileştirici” olarak görülebilecek en ufak çaba göstermiyorlar.
The Platform filmi, yayına verildiği tarihten itibaren ilgi gördüğü gibi, ilerleyen günlerde de hayran kitlesinin artacağını düşünüyorum. Kuşkusuz toplumsal çatışmaya yönelik filmler arasında hep revaçta kalacaktır.