TÜRKLERDE AĞAÇ KÜLTÜ / DOKUZ OĞUL EFSANESİ
En eski devirlerden günümüze dek Türk toplulukları arasında görülen yaygın inanışlardan birisi de ağacın ya da belli ağaç türlerinin kutsal kabul edilmesidir. Bu manada, ağaç kültünün Türk sosyal hayatında önemli bir yere sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Muhtemelen, mevsimden mevsime kendini yenilemesi ve daha birçok özelliğinden dolayı olsa gerek ağaç, Türk toplulukları arasında hayatın ve sonsuzluğun timsali olarak görülmüştür.
Türk insanı ağacın oluşumu ile kendi hayatının tabii seyri arasında bir benzerlik olduğunu keşfetmiş ve yaşadığı her coğrafyada kutlu mekânlarla ağaçlar arasında bir ilişki kurmuştur.
Bu inanışın bir sonucu olarak, en eski devirlerden günümüze dek Türk toplulukları arasında mabetlerin çevrelerine ve mezarların yanlarına ağaç dikmenin kutsal bir görev olduğuna inanılmıştır.
İslamiyet öncesi Türklerdeki ağaç kültünün ilk ortaya çıkış yeri tam olarak bilinmemekle birlikte dağlık Ötüken bölgesi olduğu tahmin edilmektedir.
Hunlar, her yıl yaz bitiminde muhtemelen Ötüken‟de yer alan, Lung-Ch’eng (Ejder ġehri) denilen başkentlerinde yaptıkları yer ayini, şehrin yakınındadır.
Tasavvuf edebiyatında ise ağaç, İslam dinini temsil eden bir öznel bir olgudur: Niyazi Mısrî ”insân-ı kâmil ağacının dalına, yani hakiki bir dervişe tutunan kişi kendi hakikatinin sırrının meyvesini yiyecektir” der.
Ona göre yapraklar mahlûkatı, meyveler peygamberleri, ağacın tamamı ise Hz. Muhammed’i temsil eder. Yunus Emre, bir şiirinde bunu kişinin tasavvufî manada olgunlaşmasında somut bir örnek olarak kullanır:
“Âşık olmayan âdemi
Benzer yemişsiz ağaca
Ağaç yemiş vermeyince
Budağı eğilmez imiş”
Anadolu’nun bazı bölgelerinde, şamanist Yakutlarda ve Altaylılarda tespit edilen ağaç kültüne de rastlanmaktadır.
Evladı olmayan Yakut kadını bir nevi çam ağacına tapınarak dua ettiği gibi Beyşehir köylerinden birinde bir ihtiyar ağacın yanında dua ederek ve ağacın altından geçerek çocuk isteyen köylü kadınların bulunduğu görülmüştür. Bu tür durumlarla günümüzde de hala karşılaşılmaktadır.
İnançlarına göre, kim ağaca demir takarsa, ağaç ona büyük faydalar sağlayacak, taktıkları demir onları cehennem ateşinden koruyacaktır. Ağaç kültünün sıklıkla Alevî-Bektaşî toplumunda görüldüğü de geniş bir gözlemdir. Geçimlerini ağaç kesmekle sağlayan Tahtacıların ağaçlara bağlılığı büyüktür.
Bu sebeple olsa gerek Muharrem ayında ve Salı günleri ağaç kesmezler. Yeni bir işe başlayacakları zaman ağaca dua eder ondan medet umarlar. Tahtacılar, en çok Ladin, Köknar ve Ardıç ağacını, Yörüklerin ise genellikle karadut, çınar ve katran ağacını kutsal olarak kabul ettikleri bilinmektedir. Hepsindeki ortak nokta ise tek olan ağaçları kült kabul etmeleridir.
Dokuz Oğul Efsanesinde çocukların ölümüne neden olan hadise, Hızır kültü merkezli bir kurguya sahiptir. Her iki anlatıda da bir ihtiyar, çocuklardan birini babalarından istemektedir.
Birinci anlatıda odun taşıma işinde yardım etmesi, ikinci anlatıda ise evlatlık olması için çocuklardan birini isteyen yaşlı adamın talebi geri çevrilmektedir. Bu hadiseden sonra çocukların tamamı amansız bir hastalığa yakalanarak hayatlarını kaybetmektedirler. Efsane, bu özelliğiyle ne kadar kıymetli olursa olsun paylaşmanın, yardımlaşmanın önemine vurgu yapmaktadır.
Bu yer, geçmişten günümüze duaların kabul olduğu bir kült mekân özelliği sergilemektedir. Bu özelliğini etrafında anlatılan efsaneye borçludur.
Dokuz Oğul Efsanesi, bu özellikleriyle anlatının merkezinde yer alan kutsal ağacın bulunduğu yere anlam kazandırma gibi bir işlevi yerine getirmektedir. Bulancak yöresinde Hıdrellez kutlamalarının bu mekânda yapılıyor olması, efsanenin mekâna anlam ve değer kazandırma işlevini yerine getirdiğini gösteren önemli bir örnektir.
Efsanenin toplumca kutsal kabul edilmesi ve inanılması, merkezinde yer alan kült mekânın korunması işlevini ortaya çıkarmıştır. Kült mekânın efsane merkezli bir şekilde anlatılan özellikleri, toplumun geçmişten günümüze bu alanı koruması, kıymet vermesi sonucunu beraberinde getirmiştir.
Diğer yazılarımızı okumak için tıklayınız.