Osmanlı’da fotoğrafın İslamiyet’te günah olduğu düşüncesinden dolayı;Türkiye’nin fotoğrafçılık tarihi,zorluklarla erkenden tanışmıştı.
Türkiye’de fotoğraf, geçmişi çok uzun yıllara dayanıyor ya da bu alanda başarılı pek çok isim bulunuyor olsa da, kurumsallaşma, eğitim, yayınlar, eleştiri ve izleyici yaratma gibi pek çok konudaki eksiklikler nedeniyle halen tam anlamıyla ayakları üzerinde duramıyor.
Batı’da, bulunuşundan 100 yıl önce fotoğrafı düşleyen bilimkurgu türünde yazılar yayımlanırken, Osmanlı İmparatorluğu’nda yayınlanan “Zeyd-i müslimin insan vesair ziruh olan hayvan suretlerinin alaküllahal tasviri şer’an haram olur” fetvasıyla fotoğrafın haram olduğu ilan ediliyordu.
Portresini devlet dairelerinin duvarlarına astıran ilk Osmanlı padişahı olan II. Mahmut bu nedenle tepki çekmişti. Bu fetva halk için oldukça bağlayıcı olsa da, doğal olarak saray ve paşa konaklarında geçerli değildi.
Her ne kadar Fransız olduğu yazsa da İtalyan asıllı olan Carlo Naya ve kardeşi Giovanni’nin Beyoğlu’nda Rusya Büyükelçiliği’nin karşısında açtığı stüdyo, Osmanlı İmparatorluğu’nda açılan ilk ticari fotoğrafhaneydi. Osmanlı’nın bu ilk stüdyosu 1857’ye kadar açık kalmıştır.
Bir Osmanlı tebaasının açtığı ilk yerli stüdyo ise 1850 yılında Basile Kargopoulo tarafından Pera’da açıldı. Kargopoulo, başarılı çalışmaları nedeniyle de Sultan Abdülmecid’den “Ressam-ı Hazreti Şehriyari-Padişah Hazretleri’nin Fotoğrafçısı” unvanını da aldı.
Alman kimyager Rabach’ın 1856’da Beyazıt’ta açtığı stüdyoda çalışan çıraklardan biri minyatür ressamı Viçen Abdullah’dı. Abdullah Biraderler (Viçen, Hovsep, Kevork) 1858’de Rabach’ın stüdyosunu satın almış, 1867’de bunu Nikolai Andreomonos’a satıp yeni bir stüdyo (Abdullah Freres) açmışlardır.
Kahire’de de stüdyo açan Abdullah Biraderler ünlenerek saray fotoğrafçılığına kadar yükselmiş, çeşitli nişanlar ve Avrupa’daki önemli sergilerde madalyalar almışlardır.
Fotoğraf çektiren ilk Osmanlı padişahı olan Sultan Abdülmecid’in fotoğrafını da onlar çekmiş, Basile Kargopoulo gibi Padişah Hazretlerinin Ressamı unvanını almışlardır. Zamanla saray çevresinin yanı sıra seçkinler ve özellikle azınlıklar da fotoğrafa ilgi göstermişler, böylece stüdyoların sayısı giderek çoğalmıştır.
1839’dan sonra Doğu’ya giden turist sayısındaki büyük artışta fotoğrafın payı olmuştur. Marko Polo’nun anıları ve Binbir Gece Masalları ile fantezileri beslenen Batı insanı, Doğu’nun gizemli yaşamını her zaman merak etmişti; artık fotoğraflar gerçek görüntüler getiriyor ve hevesleri körüklüyordu.
Görüleceği üzere fotoğrafın İslamiyet’te günah olduğu düşüncesinden dolayı, ilk fotoğraf stüdyolarının tamamı Ermeni ve Rum azınlıklar tarafından kurulmuştur. Bu stüdyoların bazıları sahip değiştirerek 1900’lere, hatta Cumhuriyet sonrasına, 1950’lere kadar varlığını sürdürmüştür.
Türklerin Osmanlı döneminde çalıştırdığı ilk stüdyolar, geleneklerin ve din adamlarının baskısı nedeniyle çoğunlukla İstanbul’un dışında açılmıştır: Hanya’da Salih Bey ve 1905’te Girit’te “Kandiye Fotoğrafhanesi”ni kuran Rahmizade Bahaeddin Bediz.
1910’da İstanbul’a gelen ve “Tesettür, günah korkusu ile mücadele etmek istediğim içindir ki atölyemi İstanbul tarafında kurdum. İlk altı, yedi yıl çok sıkıntı çektim. Haftada üç dört poz ancak yapabiliyordum” diyen Bediz, Babıali’de Foto Resne‘yi kurarak İstanbul’un ilk Türk fotoğrafçısı olmuştur.
Fotoğraf sanatının ‘Taş Devri’ olarak adlandırılan 1843-1860 yılları arasında çekilmiş Osmanlı coğrafyasının ilk fotoğrafları “Gümüşten Suretler” adlı sergiyle gün yüzüne çıktı.
İlk fotoğraf sanatçılarının gözde yerleri ise Akdeniz memleketleri ve Osmanlıydı. Eski âlemin insanları, tarihî binalar, Yeditepe’nin canlılığı, klasik camiler…
O yıllarda modernizmin henüz kirletemediği bir dünya, siyah-beyaz kadrajların içerisine girdi. İşte fotoğraf sanatının 170 yıllık bu ilk numuneleri “Gümüşten Suretler” adlı sergide bir araya geldi. Ömer M. Koç koleksiyonundan derlenen nadide fotoğraflardan meydana gelen sergi, İstanbul Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesinde sanatseverlerle buluştu.
Diğer yazılarımızı okumak için tıklayınız.