
Son zamanlarda okuduğum en güzel, en faydalı ve en akıcı kitap…
Bu yazımızda Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı kitabını inceleyeceğiz.
Beyaz Zambaklar Ülkesinde
Bir solukta bitirdiğim nadir eserlerden. Ne zamandır kendimce bir okuma listesi oluşturmaktaydım. Yapmayı planladığım bazı şeyler var ve bunun için internet üzerinden olsun, kitapçı raflarını süsleyen kitaplardan olsun bir arayış içerisindeydim. Bahsedeceğim bu kitabı da bu arayışım neticesinde keşfettim. Daha doğrusu ben yeni keşfettim. Oysaki çoktandır keşfedilmiş, fazlasıyla okuru bulunan, popüler bir eser. Bu yüzden birazda kendime kızmadım değil. Gecikmişliğe kızdım… Yıllardır düzenli olarak okurum fakat tamamen ilgi alanım olan ve üniversitede okuduğum bölüm gereği tarih ve siyaset üzerine kitaplara yoğunlaşmıştım. Birazda polisiye romanlar…
Neyse, zararın neresinden dönersek kârdır diyelim. Burdan tarih ve siyasetin zararlı olduğu anlamı çıkmasın yine ağırlıklı olarak bu türden okumalara devam edeceğim. Yalnız farklı türlere de bir pencere açacağım artık. Bu girizgâhın ardından kitaptan söz edecek olursam.
Beyaz Zambaklar Ülkesi adlı Grigory Petrov tarafından ölümüne yakın 1923 tarihinde ” zidari jivota ” (hayatın mimarları) ismiyle Sırpça basılmış olup, 1925 yılında Bulgarca’ya çevrilerek ” V stranata na belite lilii ” Beyaz Zambaklar Ülkesi adını almış ve kitap diğer dillereyse bu isimle çevrilmiştir.
Birkaç dilde tercüme edilen eser özellikle Yugoslavya, Bulgaristan ve Türkiye’de büyük yankı bulmuştur. Günümüzde ise her dilde tercüme edildiği şüphesiz. Finlandiya’yı ve onun tüm yoksulluğuna, imkansızlıklarına ve olumsuz doğa şartlarına rağmen nasıl mücadele ettiğini, Suomi’ye yani Bataklıklar Ülkesi anlamına gelen 2 milyon nüfuslu, ilk başlarda İsveç’e daha sonra Rus imparatorluğuna bağlanmış bu ülkenin, yoksul, eğitimsiz, alkolden başı dönmüş, yozlaşmış, durağan, İsveçli ve Fin zenginlerince yani üst tabakanın kulak tıkadığı bu milletin çok az sayıda ama inançlı, azimli, dinamik aydınlarının liderliğinde, profesörü, öğretmeni, subayı, doktoru, iş adamı ve her meslekten yürekli insanlarıyla nasıl omuz omuza verip bir ülkeyi bataklıktan kurtarışlarını, bu bataklığı nasıl kuruttuklarını ve bu yolda nasıl mücadeleler verdiklerinin ve nasıl mücadele verilmesi gerektiğinin, bugünkü müreffeh Finlandiya’nın temellerinin nasıl atıldığının, bataklıktan nasıl bir medeniyetin yükseldiğinin insanlığa örnek olacak biçimde gözler önüne seren destansı bir hikâyenin adıdır Beyaz Zambaklar Ülkesi.
Ülkeler ve de mahiyetlerinde yaşayan milletlerin, şartlar ne olursa olsun geri kalmışlığının kader olmadığını, bu durumun kabullenilmemesi gerektiğini, şartlar her ne kadar kötü olursa olsun durmadan çalışarak iyinin yakalanabileceğini bizlere anlatıyor. Bir ülkenin zengin yeraltı kaynakları olmayabilir, topraklarında ot bile bitmeyebilir. Ama en nihayetinde bunlar temin edilebilir. Bunların eksikliği bir ülkeyi, bir milleti en fazla sarsar, yıkmaz. Fakat bir ülke düşünün ki nitelikli insanlardan, çalışkan kitlelerden ve araştıran zümrelerden, entelijansiyasından mahrum ise o ülkeler yok olup gitmeye mahkumdur.
İşte bu eserde bir ülkenin asıl zenginliğinin nitelikli insanlara sahip olmasından kaynaklandığını ve kalıcı zenginliğin bu türden insanları yetiştirebilmekten geçtiğini, bununda en zarurî yolunun eğitimden geçtiğini gösteriyor. Nitekim günümüzde Finlandiya müreffeh bir ülke oluşunu eğitime borçlu ve eğitim sistemi açısından dünyanın lider ülkesi.
İnsanlara dokunmanın en iyi yolu eğitimdir. Eğitim sayesinde bir devlet kendi vatandaşına çocuk yaştan itibaren dokunabilir. Hatta bir zincirin halkasını oluşturabilirsek iyi eğitilmiş bir ebeveyn, çocuğunu okul çağına kadar da güzel bir şekilde yetiştirebilir. Burada sadece bütün işi okullara ve öğretmenlere yükleyemeyiz.
Topluma dokunmak noktasında ülkeyi yöneten siyasilerden tutun, iş adamlarına, aydınlara, doktorlara, subaylara ve ülkesini seven herkese bu asil görevden pay düşüyor. Toplumun yoksullarına, bunlar cahil, bunlar ayyaş, tembel diye burun kıvıramayız, sırtımızı dönemeyiz. Çünkü onların bu halde olmasından bizlerde mesûlüz. Nitekim onların sorunlarına, düştükleri bataklıktan gelen seslerine kulak vermedik, vermiyoruz. Bilmiyoruz ki Bataklıklar ülkesi anlamına gelen ülkemiz ancak ve ancak bu seslere kulak vererek bataklığı kurutabilir.
İşte şimdi bu bataklıktan gelen sese kulak verme vakti. Şimdi herkesin görevini layığıyla yapıp Finlandiya’yı şahlandırma vakti. İdarecilerin toplumun taleplerine eğilmesinin vakti, aydınların gösterişli kıyafetlerini dolaplara kaldırma, viski kadehlerini bir kenara koyma, iskambil kağıtlarını yakıp, halka inme ve adeta bir toplum mimarı gibi ideal toplumu dizayn etme vakti. Hakimlerin adaleti, hekimlerin şifayı en ücra yerlere kadar yayma vaktidir.
Kışlalara gelince; kışlalar vatan evlatlarının mecburiyetten ötürü istemeyerek gittiği, dönerken de kötü hatıraların hafızalarda nakşedildiği bir yer olmaktan çıkması lazım. Bu noktada subaylara büyük işler düşmektedir. Tüm ülkeler için kışlalar esasında sahip oldukları büyük nimetlerdendir. Tabi doğru değerlendirilirse. Kışlalar doğru kullanıldığı takdirde sadece ülke savunması için silahlı bir güç olmaz aynı zamanda bir silahdan bile kuvvetli bir toplumu inşa edebilir. Tetiğe basanların nitelikli olması o ordunun hayrına olacaktır. Kışlalara ülkenin her yerinden, toplumun her kesiminden insanlar gelir. Burada geçirilecek zaman içerisinde okuma yazma bilmeyenlere okuma yazma öğretilebilir.
Günlük talimler dışında kalan zamanlarda çeşitli zanaatlar öğretilebilir. Küfürlü konuşmak yerine, subaylarının örnek olmasıyla beraber güzel bir üslupta konuşma alışkanlığı kazandırılabilir. Temizlik gibi sorumluluk almak gibi alışkanlıklar edinilinebilir. Adab-ı muaşeret eğitimleri verilebilir. Kısacası zeki, çevik ve ahlâklı bir şekilde topluma binlerce insan kazandırılabilir. Kışlalar bu anlamda vatan hizmetini tamamlayanlarda hoş hatıralar ve bir hayata bakış açısı kazandırabilir.
O zaman subaylarında barış zamanlarında silahlarını bellerine koyup tebeşiri ellerine alma vaktidir. Din adamlarının da sadece dini törenler ve cenaze işlemleri dışında halkı aydınlatacak vaazlar vermesinin vaktidir. Kutsal kabul edilen kilise kurumunun ona bu kutsallığını atfeden milletine olan borcunu ödeme vaktidir. Doktorların,en ücra yerlere gidip hastalıkları yenmesinin vaktidir. Tüm eksiklikleri, noksanlıkları bataklığa gömme ve bunların üzerine yeni, müreffeh Finlandiya’yı inşa etme vakti.
İşte bu hususlarda okuyucuyla buluşan Beyaz Zambaklar Ülkesinde Mustafa Kemal Atatürk tarafından da okunmuş ve eserin etkisinde kalan Gazi, eseri Türkçe’ye çevirtmiş ve Türk okuyucularıyla da buluşturmuştur. Kitaptan çok etkilenen Atatürk beraberinde kitabın yurt çapında sivil ve askerî tüm okullarda okunması için müfredata dahil etmiştir. Devlet memurlarına kadar okunması zorunlu kılınmıştır. Kitap o kadar çok ilgi görmüştür ki o dönemde Kuran-i kerim’den sonra en çok okunan kitap haline gelmiştir.
Adeta devletler için bir kişisel gelişim kitabı olarak gördüğüm bu eserin tüm devletlerin vizyon olarak bellemesi ve uygulaması gerektiğine inanıyorum. Geçmişte ideal devletin nasıl olması gerektiğine dair bir çok ütopya eserler yazıldı. Bizlerde heveslenerek okuduk ama ütopya diyerek hayallerimizi süsledik sadece. Bu sefer öyle değil! Bu sefer kahramanları gerçek olan bir başarı hikayesi. Bu sefer hayallerle gerçekler el ele tutuşuyor.. Finlandiya başardı diğerleride başarabilir.
Diğer inceleme yazılarımızı okumak için tıklayınız.