
KIRK ÇIKARMA
Doğum birey için hayatın başlangıcıdır. İlkel yaşamdan, medeniyetlerin kurulmasından bu yana doğum farklı kültür ve yaşayıştaki insanlar arasında çeşitli ritüellerle kutsanmaktadır. Doğum sonrası bebeğin ve annenin kötülüklerden korunması sebebiyle çeşitli dinsel ve kültürel uygulamalar görülmektedir. Bu uygulamalardan biri de ‘’Kırk Çıkarma’’ uygulamasıdır.
Türk topluluklarında doğumdan sonraki kırk günlük sürece fazla önem verilmiş, bu sebeple anne ve bebek için bu kırk günde ritüeller yapılmıştır. Bu gelenek genel manada benzer şekillerde yapılsa da farlılıklar da mevcuttur. Doğumdan sonraki kırk günlük zaman diliminde aile bireyleri oldukça tedirgindir. Kırklı kadının her an tehlikede olduğu ve bu sebeple yalnız bırakılmaması gerektiği düşünülür. Lohusa kadın kırk gün boyunca dışarı çıkamaz ve başında kırmızı bir örtü olur. Bebek kırk gün boyunca her gün yıkanır.
Bebek ve özellikle loğusa için en büyük tehlike Al Bastıdır. Bu varlık Al-Karısı veya Al-Anası diye de anılır. Bahsedilen varlık farklı adlarla anılsa da korunma yolları aynıdır. Kırklama geleneğinin yapılması da Al Karısı adındaki bu efsanevi varlığın tesirinden korunmak içindir.
Al-Karısı’nın, lohusanın ciğerini söküp götürdüğü, kendini ve çocuklarını bununla beslediği sanılır. Türlü tedbirlerle lohusanın ve yeni doğmuş bebeğin korunmasına dikkat edilir. Lohusaya gelincik, meyan kökü şerbeti gibi kırmızı renkte şeyler içirilir.
İnanışa göre bir çocuğun kırkının çıkması hayatındaki önemli aşamalardan biridir. Kırklama geleneği yüzyıllardan bu yana Kırgız, Kazak, Özbek, Azeri ve Uygur Türkleri arasında da hala süregelen önemli bir gelenektir.
‘’ Uygur Türklerinde de doğum yapan kadın, yedi güne kadar evdeki kedi ve tavuktan uzak durur. Bunun nedeni tavuğun sütü yoktur; kedinin sütü ise çok azdır. Kadın bunlara dokunursa sütü az olur inancı hakimdir.’’ (Öger 2012: 1687).
‘’Kırklı kadınlar, birbirleriyle karşılaşmamaya özen gösterirler. Eğer karşılaşırlarsa birbirlerine iğnelerini veya tokalarını verirler. Karşılaşmada ilk konuşan kadının bir daha çocuğunun olmayacağına inanılır.’’ (Demir 2006: 49).
Türkiye’de bu ritüelin en belirgin şekli kırk tane dualanmış taşın suya atılarak hem annenin hem de bebeğin bu suda yıkanmasıdır. Özel olarak hazırlanan bu suya yüzük, anahtar, buğday, altın, yumurta, tuz gibi yöreye göre farlılık gösteren malzemeler konulur. İnanışa göre kırklanan çocuk suyla temizlenmiş kötülüklerden korunmuş olur. Kırk uçurma geleneğinde yumurtanın bebeğin koynuna konması da dikkat çekici bir unsurdur.
“Çüngüş merkezde ‘’dokuz kırklı’’ kavramı yaşar. Dokuz kırk çıkarılırken suya 40 kez İhlâs suresi okunur. Kaşıkla ölçülen su, bebeğe ve anneye dökülür; evin her tarafına serpilir. Bebeğin ve annenin tam kırkı çıkarılırken de aynı işlem uygulanır.’’(Özçelik-Boz 2001: 181, k2).
Kırk Suyu, Kırklık Çıkarma, Çile Çıkarma gibi ad verilen bu törenlerde benzer şekillerde anne ve bebek kırklanır. Hatta Kırgız Türkleri bu tarz törenlerde bebekleri destanlardan, efsanelerden alınan sözlerle ve dualarla yıkarlar.
Kırk atamızın içtiği su
Kırk geçidi geçen su
Kırk taşları kırkan su
Hızır babanın tattığı su
Benim çocuğum kar gibidir
Sütle karışmış bal gibidir
Tavşancığın eli gibidir
Kekliğin budu gibidir
Su gibi temiz ol
Nur gibi parlak ol
Kırklandıktan sonra bebek toplum içine çıkarılır fakat yine de kem gözlerden sakınılır. Nazardan korunsun diye de pek çok uygulama ve söyleyiş görülür. Allah nazarlardan korusun, sakınsın gibi…
Bu yazımızda bahsettiğimiz ‘’Kırklama Geleneği’’ unutulmaya yüz tutsa uygulanışında azalmalar görülse de Türk dünyasının farklı bölgelerinde değişik şekillerde devam ettiğini görürüz.
Muhteşem Bi konu 😇
Günümüzde uygulanan daha niceleri var bilmediğimiz çok güzel bir anlatım teşekkürler 🙂