Mitoloji, yaban toplumların insanı, nesneleri, doğayı dünyayı, evreni anlamlandırma çabasıdır. Bu anlamlandırma tören ve uygulama şeklinde ortaya çıkar. Yaban toplumlarda bu üçlü, birbirini bütünleyen bir yapı oluşturur. Mitlerin oluşumunda, gerçeklik planında, yerdeki doğal olgulara kavram, işlev yüklenerek, kişileştirilerek; hayali planda, gökte tanrılara bağlı bir sistem içinde mit haline getirme şeklinde bir yolun izlendiği görülür. Toplumun gelişmesi ve medeniyet seviyesinin yükselmesiyle bu yapı, yerini yavaş yavaş tek tanrılı dinlere, geleneklere ve bilimsel bilgiye bırakır.
ERZURUM EFSANELERİNDE ŞAMANİST TÜRK MİTOLOJİSİ
Türk dünyasına tarih ve coğrafya açısından bakıldığında Gök Tanrı inancında, animizm, totemizm, Budizm, Taoizm, Zerdüştlük, Maniheizm, Mazdeizm, Yahudilik, Hıristiyanlık, İslamiyet’e kadar çok geniş bir inanç yelpazesi ile karşılaşılır.
Erzurum’da Pervizoğlu Camii’yle ilgili anlatılan efsanede, ihtiyar bir adamın öğrettiği şekilde yer altına giren Molla, oradan pek çok değerli eşya ve özellikle sahibine kırk genç kız, yabancılara ise kırk topuzlu Arap çıkartan kırk kollu şamdanı alıp yeryüzüne getirir.
Bu efsanede bulunan yer altındaki olağanüstü yer motifi büyük ölçüde Şamanların dinî âyinlerde ve halk hekimliğinde kullandıkları yer altına inme, oradaki ruhlarla bağlantı kurma töreniyle ilgilidir. Yerin altında bulunan Erlik, yardımcı ruhlarıyla birlikte insanlara kötülükler eder.
Bu efsanedeki kırk kollu şamdandan çıkan kırk topuzlu Arap, yer altındaki kötü ruhları düşündürmektedir. Bu şamdan Molla’nın yararına kullanılır. Efsane, İslâmî bir motif olan Hızır’ın yardımcılık işlevini devreye sokmaktadır. Efsanelerde, destanlarda, masallarda karşımıza çıkan anlatının ana kahramanına yardım eden Hızır motifi, burada yer altına inen şamanın koruyucu ruhu gibi bir rol üstlenmiştir.
Erzurum’da bulunan Hazal Ziyareti ile ilgili efsanede, Hazal adlı kadının kardeşi ile savaşa katıldığı, kadının saç tellerinin takıldığı yerlerde ceviz ağaçlarının yeşerdiği, bir ara kaybettiği kardeşini ararken tepenin zirvesinde öldüğü, tepede elinde ışıkla ruhunun gezdiği anlatılır. Bu efsanenin konumuzla ilgili olan tarafı ata kültüyle, ata ruhlarıyla bağlantılı olmasıdır.
Türk mitolojisine göre, üstün gücü olan, yiğit, bilgili insanlar öldüğü zaman ruhları, kendi kavimlerinin bulunduğu yerden uzaklaşmaz, onları korumaya devam eder. Bunların ruhlarının makamı da dağ ve tepelerin zirvesi olarak kabul edilir; böylelikle ataların ruhlarına törenler düzenlenir, kurbanlar kesilir.
Bu efsanedeki Hazal da ata kültüyle bağlantılı olarak kutsal kabul edilen bir ruhtur, makamı tepedir ve orada elinde ışıkla dolaşır. Ayrıca İslâmiyet’in Türkler tarafından kabul edilmesinden önce Türklerde ata kültü varlığını sürdürürken bu inanışın, İslamiyet’in kabul edilmesinden sonra evliya kültüne dönüştüğünü de belirtmemiz gerekir.
Ahi Baba adlı efsanede ise ata kültü ve evliya kültünün, evi koruyan ev iyeleriyle (evin sahibi, evin koruyucu ruhu)birleştiği görülür.
Bu efsanede, evin içindeki bir açıklıkta Erzurum da Ahi Baba’nın kabrinin bulunduğu, evde gece kendiliğinden Kur’an sesi duyulduğu, ocağın kendi kendine yandığı, kendiliğinden evin çeşmesinden su aktığı anlatılır. Evi koruyan ruh inancıyla bağlantılı olan Ahi Baba’nın ruhu, evin bereketini de sağlar.
Diğer yazılarımızı okumak için tıklayınız.