
Ülkemiz coğrafyası yüzyıllardır göç alan ve göç veren bir bölge olmuştur. Bu göçler; kimi zaman ülke politikaları nedeniyle, kimi zaman can güvenliğini korumak gibi zorunlu nedenlerle, kimi zaman bireysel tercihler nedeniyle, kimi zaman da ekonomik nedenlerle olagelmiştir.
DÜZENSİZ GÖÇ NEDİR?NASIL ÖNLENİR?
Göç, nedenleri açısından; gönüllü ve zorunlu olmak üzere, amaçları açısından; çalışma ve sığınma olmak üzere ve hukuki biçimi açısından; yasal ve yasa dışı olmak üzere pek çok yönden tanımlanabilir.
“İç göç”, ülke içinde kentten kıra, kırdan kente, kırdan kıra veya kentten kente olmak üzere zorunlu veya gönüllü olarak gerçekleşen göçtür.
“Dış göç” ise bir ülkeden başka bir ülkeye uzun süreli yaşam, çalışma, yerleşme veya sığınma amacıyla yapılan göçü ifade eder.
Düzensiz göç; bir ülkeye yasadışı giriş yapmak, bir ülkede yasadışı şekilde kalmak veya yasal yollarla girip yasal süresi içerisinde çıkmamak anlamına gelmektedir.
Düzensiz göç hedef, transit ve kaynak ülkeler açısından ayrı ayrı değerlendirilmesi gereken bir konudur.

Düzensiz göç; hedef ülkeler için ülkelerine yasadışı yollardan gelen veya yasal yollarla gelip yasal çıkış süreleri içerisinde çıkmayan kişileri kapsarken; kaynak ülke için ülkesini terk ederken gerekli prosedürlere uymayarak ülke sınırlarını geçen kişileri içerir. Transit ülkeler içinse; kaynak ülkelerden hedef ülkeye ulaşmak için yasal ya da yasal olmayan yollarla ülkeye girip bu ülkeyi bir geçiş ülkesi olarak kullanıp ülke sınırını terk eden kişilerdir.
Düzensiz göç hareketi öncelikle, 1970’lerin sonundan itibaren bavul ticareti yapmak için İstanbul’a gelen Polonyalılarla başlamış, daha sonra SSCB ve Doğu Avrupa ülkelerinden gelenlerin katılımıyla devam etmiştir.
Bunların dışında İran, Irak, Tunus ve Fas gibi Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinden gelen yabancıların da bu ticarete katıldıkları görülmüştür.
Komünist rejimlerin çökmesiyle birlikte, esnekleşen seyahat koşulları ve piyasa ekonomisinin sağladığı imkânlarla, bavul ticareti yoğunluk kazanmıştır.
1990’ların ortalarından itibaren ise bavul ticaretinde önemli bir azalma olmuştur.
Buna paralel olarak, sözü edilen ülke vatandaşlarının Türkiye’de ev işleri, eğlence, fuhuş, tekstil, tarım ve inşaat gibi sektörlerde kayıt dışı olarak çalışmaya başladıkları gözlenmiştir.
Son yıllarda, Türkiye’de iş gücüne katılan kayıt dışı göçmenlerin geldikleri ülkeler arasında Moldova, Ukrayna, Rusya, Gürcistan, Ermenistan ve Romanya gibi ülkeler öne çıkmaktadır.

Düzensiz göçe ilişkin geliştirilen stratejilerde başarı elde edilebilmesi için düzensiz göçün boyutlarının ve nedenlerinin detaylı olarak incelenmesi gerekmektedir. Ancak düzensiz göç ile ilgili verilerin sınırlı olması, ilgili kişilerin kolluk güçleri ile işbirliğinde karşılaştıkları zorluklar ve sosyal bilimcilerin, incelenmesi zor olan bu konudan uzak durmaları veya “ulusal güvenlik” gerekçesiyle uzak tutulmaları, bu konuda yapılan çalışmaları oldukça sınırlamıştır.
Mülteci ve göçmen kadınların toplumsal cinsiyet ve düşük sosyo-ekonomik durumları nedeniyle göç ve yeniden yerleşim sürecinde sosyal dışlanma, ayrımcılık, dil bariyeri gibi stres faktörlerinden daha çok etkilendiğini söyleyen araştırmacılar, bunların depresyona yatkınlığı artırdığını vurguluyor.
Göçmen ve mülteci kadınların pek çoğunun depresyon, kaygı bozuklukları, uyku bozuklukları, travma sonrası stres bozukluğu gibi sorunlar yaşadığını söyleyen uzmanlar, kadınların sağlık hizmetlerine de yeterli ölçüde ulaşamadığını belirtiyor.

1980 öncesinde ekonomik nedenlerle göçmen gönderen ve taraf olduğu 1951 Cenevre Anlaşması gereğince Avrupa’daki komünist tehdit karşısında sadece Avrupa’dan sığınmacı alabilen Türkiye, son yıllardaki gelişmelerle doğudan gelen sığınmacılar için hem “transit” hem de “hedef ” ülke konumuna gelmiştir.
Öte yandan genellikle İran, Irak, Afganistan, Pakistan, Bangladeş, Gana, Nijerya ve Somali gibi belirli Asya ve Afrika ülkelerinden gelen göçmenlerin Türkiye’yi bir geçiş ülkesi olarak kullanarak, Avrupa’ya ya da başka gelişmiş ülkelere gitmeye çalıştıkları bilinmektedir.
Bu göçmenler çoğunlukla insan kaçakçılarının yardımıyla Türkiye’ye yasadışı yollarla girmekte ve benzer yollarla Türkiye’den ayrılmakta ya da ayrılmayı denemektedirler.

Türkiye’nin göçmen politikası Soğuk Savaş dönemi konjonktürünü yansıtmaktadır ve günümüzde Türkiye’ye sığınmak isteyen kişilerin hiçbiri Avrupa’dan gelmemektedir. Son dönemde Türkiye, AB ile geri kabul anlaşması imzalamış ve karşılığında vize muafiyeti talep etmiştir.
Bu anlaşmanın imzalanmasında AB’nin göçe karşı son yıllarda takındığı olumsuz tavrın ve etrafında bir kale oluşturmak istemesinin de etkisi vardır.
Türkiye, gelecek göçmenlerin tüm yükünü tek başına üstlenmek istememektedir, zira iltica başvurusu yapan göçmenlerin tüm işlemlerinin sonuçlanması kimi zaman yıllar sürmektedir.
Göçü tamamen durdurmak neredeyse imkânsızdır.
Neo-liberal küreselleşme hüküm sürdüğü ve buna bağlı olarak ülkeler arasındaki gelir dağılımı uçurumu var olduğu sürece, göçü engellemeye yönelik kısıtlayıcı politikaların işe yaraması zor görünmektedir.
Yasal girişlerin engellenmesi, birçok göçmenin göç etme kararlılıklarını etkilememekte, yasadışı yollara başvurmalarına yol açmaktadır. Küreselleşme ile gelişen çok katmanlı göç akınları ve ulusötesi ağlar, ulus devlet-güvenlik anlayışla yönetilememektedir.
Bu durumda yapılması gereken, göç konusunu küresel bir yönetim sistemiyle ele almaktır.
Diğer yazılarımızı okumak için tıklayınız.