Tıp çalışmaları ve insan sağlığı açısından “Karanlık Dönem” olarak nitelendirilen V ve IX. yüzyıllar arasını kapsayan dönemi Erken Orta Çağ olarak adlandırmak mümkündür. Bu dönemde genelde Yunan bilim insanlarından kalan bilgiler ışığında tıbbi çalışmalar yapılmıştır. İkinci dönemi ise IX. yüzyıldan XII. yüzyıla ve sonrasına tarihlemek mümkündür. Bu dönem Antik Yunan bilimini alıp geliştiren İslam âlimlerinin tesirinin etkin olduğu bir uyanış dönemidir.
BATI’DA TIP BİLİMİNİN UYANIŞI
Orta Çağ Avrupası’nın genel yapısına bakıldığında birbirine zıt kavramlardan oluşmuş derme çatma bir yapı göze çarpmaktadır.
Bu zıt kavramlardan oluşmuş yapının özellikle erken dönemlerinde, düşünce yerine inanç, eleştiri ve tartışma yerine körü körüne benimseme, bilgi ve birikim yerine skolâstik felsefe, bilim yerine din, bilimsel yapıt yerine Kutsal Kitap (İncil), ulus yerine Hıristiyan topluluğu, ülke yerine kilise, kral yerine papa ve bu dünya yerine öbür dünya yer almıştır.
Bu yüzden bu dönem, bazı araştırmacılar tarafından “biraz kilise, biraz teoloji, biraz engizisyon ve biraz da yanmış insan eti kokar” diye nitelendirilmektedir.
Şayet bilim ve düşüncede gelinen seviyenin ilerisine gitmek için gayret gösterilmeyip durağan bir şekilde bırakılırsa şüphesiz bu insanlık adına olumsuz bir gelişme olur. Var olanın korunması bilim ve düşünce hayatını durdurmasının yanında, insanlığın geleceğini de tehlikeye atar.
O nedenle hangi alanda olursa olsun bilimsel gelişmelerin önüne set çekilmemeli, düşünce ve uygulamalar yenilenmeli, geliştirilmeli, ilaveler yapılmalı ve tekrar gözden geçirilmelidir.
Arzulananın bu olmasına rağmen Orta Çağ Avrupası bilim ve düşüncenin önüne çekilen setle kısır bir döngü içerisinde hapsolup kalmıştır.
Skolâstik tıp olarak da adlandırılan Orta Çağ tıbbına Batılı bilim insanları sıkı sıkıya sarılmış ve bu tıbbı hiçbir zaman sorgulama gereği duymamışlardır. Bu dönemde hekimlerden çok din adamlarının eline geçen tıp uğraşında Galen’in
söyledikleri birer dinî emir gibi yerine getirilmiş ve asla onun uygulamalarının dışına çıkılmamıştır.
Ayrıca savaşların, kıtlıkların ve salgın hastalıkların kol gezdiği Orta Çağ Avrupası’nda bilimsel ve teknik unsurların gelişmesi pek mümkün değildir. Bu yüzden, Orta Çağ Avrupası’nda da görüldüğü üzere, sosyo-kültürel olaylar her zaman milletlerin ilerlemesinin önünde bir engel oluşturmuştur.
Avrupa insanının Hıristiyanlığa en fazla bağlı olduğu dönem tartışmasız Orta Çağ’dır. Bu dönemde Avrupa’da okullar ve doktorlar yokken, tek okuryazar kesim manastırlardaki rahiplerdir. Bunun nedeni ise kurumsal olarak yerleşmiş dini okullarda eğitilen kilise mensuplarının tek okuryazar olmasıydı.
Dini ve resmi metinler edebi Latince ile yazılmış ve VIII. Yüzyılda kapatılan Roma okullarının yerine yenileri açılmadığı için halkın bu dili bilmemesini doğurmuştur. Kilisenin eğitim dilini halkın bilmemesi ise cehaleti yaygınlaştırmıştır.
Orta Çağ Batı tıbbında büyü ve telkin de önemli bir yere sahiptir. Histeri, hafıza kaybı, iktidarsızlık ve benzeri diğer rahatsızlıklar, ruhun şeytana kaptırılması anlamını taşıyordu. Söz konusu durumlarda hastalıkların erken sebeplerinden biri olarak cadılık faaliyetleri görülmüş ve şeytan çıkartma yöntemleri bunların tedavisinde kullanılmıştır.
Dolayısıyla tıbbın bu dönemde insanlara sunabileceği hizmetler de oldukça sınırlı kalıyordu. Bunlar da yıllarca uygulanagelen kan, idrar ve tükürük incelemelerine dayandırılan kan akıtma, müshil kullanma, kusturma, lavman yapmaktan öteye geçememiştir.
Diğer yazılarımızı okumak için tıklayınız.