Korsanlık; Geçmişte özellikle de Ortaçağın sonlarına kadar savaş, uluslararası ilişkilerde sıklıkla başvurulan bir yöntem niteliğindeydi.
Savaşan devletlerin uyrukları arasında da savaşın devam ettiği var sayılan bu dönemde, haklı bir sebep olmaksızın insanların sahip oldukları malları ellerinden almak sıradan bir davranış olarak kabul edilmekte, bu tür
fiilleri gerçekleştiren şahıslar birer hırsız ya da soyguncu şeklinde nitelendirilmemekteydi.
AFRİKA’DA YAYGINLAŞAN KORSANLIK HAKKINDA BİLGİLER
Savaşta ele geçirildikleri takdirde, haksız fiil işlememiş olmaları şartıyla savaş esiri sayılan korsanlar, 18. yüzyılın sonlarına kadar deniz savaşlarında önemli bir rol oynamıştır.
Örneğin, 15 ve 16. yüzyılda Hıristiyan ülkelerle Osmanlı Devleti başta olmak üzere Müslümanlar arasındaki mücadelede, alelâde yağmacılık özelliğini kaybetmeksizin korsanlığın bir savaş yöntemi olarak kullanıldığı görülmektedir.
Akdeniz’e kıyısı olan diğer devletlerle İngilizler ve Hollandalılar arasında yaşanan rekabetin de etkisiyle birlikte korsanlık, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında kullanılan bir yöntem olmaktan çıkmış ve yaygınlık kazanmıştır.
Deniz ticaretinin yoğun ancak otorite ve denetimin zayıf olduğu deniz alanlarında sıklıkla görülen ve haydutlar açısından karlı bir sektör haline gelen deniz haydutluğu, özel şahısların herhangi bir devlet bağlantısı olmaksızın kendilerine ait gemilerle diğer gemilere, bu gemilerdeki insanlara ya da yüke karşı kendi çıkarları doğrultusunda saldırmalarını ifade etmektedir.
Korsanlıktan farklı olarak burada haydutlar herhangi bir hukuki dayanağa sahip olmaksızın bu tür şiddet hareketlerinde bulunmaktadır.
Örneğin, Uluslararası Deniz Ticaret Odası (The International Maritime Bureau/IMB) tarafından 1992’de Kuala Lumpur’da kurulan Korsanlık Rapor Merkezi verilerine göre, 1986’dan itibaren belirgin bir artış gözlemlenen deniz haydutluğu özellikle 2000’li yıllarda zirve noktasına ulaşmıştır.
Dar suyollarının ve sayısız küçük adanın bulunduğu deniz alanlarının haydutluk açısından son derece elverişli olduğunu söylemek gerekir.
Aden Körfezi ve Kızıl Deniz, Nijerya açıkları başta olmak üzere Batı Afrika, Malakka ve Singapur Boğazı, Güney Çin Denizi bu anlamda yüksek riske sahip deniz ticaret yolları olarak karşımıza çıkmaktadır.
Söz konusu tehdidin artmasında, kıyı ve limanlar başta olmak üzere devletlerin egemenlikleri altında bulunan deniz alanlarının güvenliğini sağlamakta yetersiz kalması, bölgesel boyuttaki siyasi istikrarsızlıklar, rüşvet ve yolsuzluk ortamı önemli bir rol oynamaktadır.
Yakın zamanda ülkemiz de benzer durumları yaşadı. Nijerya Lagos’a yaklaşık 180 mil açıkta 19 mürettebatı bulunan M/V Mozart isimli bir Türk gemisi, Nijeryalı korsanların saldırısına uğradı.
Nijerya’nın Lagos kentinden Güney Afrika’nın Cape Town kentine gitmek üzere yola çıkan gemide bulunan 19 mürettebattan 15’inin kaçırıldığı, 1’inin öldürüldüğü, 3 kişinin ise gemide bırakıldığı aktarıldı.
Geminin 4’üncü kaptanı Furkan Yaren, radar hariç tüm kabloların söküldüğünü ve korsanlar tarafından kendisine verilen rotada seyrettiklerini bildirerek 2. mühendis Farman Ismayılov’un öldürüldüğünü açıklandı.
Umuyoruz ki, kaçırılan mühendis ve denizcilerimizi kısa zaman da vatanlarına geri dönecekler.
PEKİ KORSANLARA KARŞI NASIL ÖNLEMLER ALINMALI?
DBMDHS çerçevesinde şekillenen deniz haydutluğuna ilişkin hukuki kurallar, sorunun günümüzde ulaştığı boyutu tam olarak ifade etmekten uzaktır.
Etkin bir mücadele için, tehdidin doğasına uygun ve etkili bir stratejinin geliştirilmesi gerekmektedir.
Bu bağlamda mevcut uluslararası hukuk kurallarının gözden geçirilmesi ve günümüz şartları dikkate alınarak yeniden düzenlenmesi bir gereklilik haline gelmiştir.
Yazımızın devamını okumak için tıklayınız.